Zihnimde iki fotoğraf karesi var. Biri 10 Mayıs 1933’te Berlin Opera Meydanı’nda yakılan yüz binlerce kitabın fotoğrafı. Sadece Nazi subaylarının değil, aydınların ve profesörlerin “Kentlerimizde yükselen alevler Almanya’nın yeniden uyanışının simgesidir.” nutukları attığı, kitaplar yakılmadan aylarca önce “zarar veren kişiler” listelerinin hazırlandığı, toplanan kalabalıkların yükselen alevleri coşkuyla seyrettiği, ikinci cihan harbinin hazırlayıcısı o ürküntü verici fotoğraf. Nitekim 1933’te yakılan o ateş 1945’e kadar sönmez. Bombalanan onlarca kent yanar durur. Toplama kamplarının fırınları da öyle…
İkincisi 1940’ta bir hava bombardımanı sonrasında Londra’da çekilmiş. Kadrajda kırık kitapçı camekânının, etrafa savrulmuş ciltlerin, kâğıtların arasında oturmuş, kitap okuyan bir delikanlı var. İnsana en çok yakışan şeyin kitap olduğunu; kanın, mürekkebin kuruduğu yerden aktığını hatırlatan bir fotoğraf karesi. Zulmün geçici, kitabın kalıcı olduğunu anlatan…

Yayıncılık hayatım boyunca bu iki fotoğrafı hep zihnimde taşıdım. Hiçbir şeyden korkmadım, yazıdan, düşünceden korkanlardan korktuğum kadar…

kitap

Gül de açar, bülbül de öter

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “Yolun Kaderi” isimli yeni eserini bayramın ilk günü -kitabın Avrupa ile beraber Amerika’da da raflara girdiği gün- e-kitap formatında satın alarak okudum. E-kitap formatında, zira hiçbir hukuki dayanağı olmamasına rağmen kitabın Türkiye’de baskısı yapılamıyor. Kaynak Yayın Grubu’na atanan kayyımların ilk icraatı “hizmet”i anlatan ve refere eden kitapları depoya hapsetmek oldu. Ali Ünal’ın Kur’an mealini bile, içerisinde Hocaefendi’den alıntılar olduğu gerekçesi ile basmıyorlar. Kayyım korkusu tüm yolları tıkıyor. Yayıncı kitabı basmaya, dağıtıcı dağıtmaya, kitapçı satmaya korkuyor.

Ben bu yazıyı yazarken gazetemin internet sitesi TİB tarafından hukuksuz bir şekilde engelleniyordu.

Demek hâlâ gazete, dergi, televizyon kapatarak, kitap yasaklayarak düşünceye zincir vurabileceğini zannedenler var. Farklı düşünenlere hakk-ı hayat tanımayanlar. Zayıfken zelil, güçlüyken zalim olanlar. Siyaseti “aldatma sanatı” sananlar. Kendi ikbal ve istikballeri için her türlü hukuksuzluğa girenler. Zulmü daha büyük bir zulümle örtmeye çalışanlar… Onlar çiçekleri yolmanın baharın gelişine engel olamayacağını söyleyen Pablo Neruda’yı hiç duymamış olmalılar. Zalimler istemese de gülün açacağını, bülbülün öteceğini fısıldayan Şeyh Sadi’yi de.

Keşke okusalardı

Yolun Kaderi’ni kana kana, duya duya okudum. Daralmış ruhuma nefes aldırır gibi. Yaralarımı sarıyormuş gibi. Benim için yazılmış gibi. Hiç elimden bırakmayacakmış gibi.
O kadar çok “keşke bilselerdi!” dedim ki okurken. “Keşke okusalardı.” Okusalardı da konuşmak için ortak kelimelerimiz, anlaşmak için makul bir zeminimiz olsaydı. Okusalardı da neye itiraz ettiklerini söyleselerdi. Hiç değilse bir metni merkeze alarak tartışabilseydik. Bu kadar delilsiz mesnetsiz, bu kadar seviyesiz atıp tutmasalardı. Kaynak’tan bu denli uzak düşmeseler, işi meczupluğa vardırmasalardı.

Rol modelleri kim, bilseydik mesela. Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali’yi örnek alıp “Müslümanlık buysa siz neresindesiniz?” diye sorabilseydik. Onlar değilse sizin rol modeliniz kim? Kendinizi kime bakarak hizalıyorsunuz? Kimi ölçü kabul ediyorsunuz? Kimin sunduğu hakikat şerbetini içiyor, kime benzemeye çalışıyorsunuz?

Sıradan bir mümin olup olmadığının muhasebesini yapan adanmışlar karşısında, kendinizi bir hamlede insanlığı kurtaracak, bir nefhada Kayserleri, Kisraları yere serecek kahramanlar olarak görüyorsunuz da, neden Allah’ı hakkıyla tanımıyor, Peygamber’i (sav) bilmiyor, Raşid Halifelerden ve Sahabe Efendilerimizden habersiz yaşıyorsunuz?

Neden insanlar size bakıp İslam’dan fersah fersah kaçıyor? Tüm hırsızlar, mürailer, asalaklar, cin çarpmış, cinnet geçirmişler etrafınızda toplanıyor? Meselelerinizi savunurken mantığın en temel kaidelerini ihlal ediyor, tutarlı olmaya bile çalışmıyor, sadece birbirinizi değil kendi kendinizi de yalanlayarak yaşıyorsunuz?

Kitaptan, gazeteden, televizyondan neden korkuyorsunuz?
Neden cehalet sizin için bu kadar makbul?

Vicdan ufku ve ruh enginliği

Oysa “Yolun Kaderi” anlam dünyası herkese açık bir kitap. Aidiyet mülahazası ile yazılmamış. “Yolumuzun Kaderi” değil yani, Hz. Adem’den kıyamete kadar tüm hakikat yolcularının kaderi. “İhdinas sırate’l müstakîm” ayetinin bu asra bakan tefsiri. İlahi ahlak ve icraatın tercümanı. Rahata değil ızdıraba, mükafata değil muhasebeye, tahribe değil tamire, düşmanlık ve nefrete değil sabır ve mülayemete çağırıyor. Sözünü yol kesicilere değil, yolcuya söylüyor.

Hocaefendi’yi okumak bir tercih değil ihtiyaç diye düşündüm kitabın sonuna geldiğimde. Dinlemek yetmiyor. Mutlaka okumak, yine okumak, mütalaa ederek okumak, metni merkeze alarak düşünmek gerekiyor.

Anlamak, insanı dışta ve içte çatışmalardan, çelişkilerden koruyor. O uzun, menzili çok, geçidi yok yolda yürümeyi şükür ve tefekküre dönüştürüyor. Vicdan ufku ve ruh enginliği kazandırıyor.

Elhak Niyazi-i Mısrî doğru söylemiş:

Her mürşide el verme ki yolunu sarpa uğratır;
Mürşidi kâmil olanın gayet yolu âsân imiş.

8 Temmuz 2016, Cuma – Yarına Bakış

YOLUN KADERİ” için bir yorum

  1. Yüreğinize sağlık. “Mutlaka okumalısın” notuyla hanım tavsiye etti. İyiki etmiş, iyiki okumuşum. Allah yar ve yardımcınız olsun. Almanyanın Heidelberg kentinden selamlar.

    Beğen

Yorum bırakın