Bediüzzaman, baskı ve tahakkümün insana hayvaniyetten miras kaldığını söyler. “İnsanlar bir yönüyle hayvan oldukları için şu pis istibdadı da beraberlerinde getirmişler,” der Muhakemât’ta. Yani “zorbalık tarihi” insanlık tarihi kadar eskidir. Kendi aczini idrak ve itiraf edemeyen, istemese de kibir kuyusuna düşer, bir nevi ilahlık ilan edip mahlûkatın aczini tahakküme dönüştürür.
Üstad, zorbalığı mücerred bir kavram olarak bırakmaz, bütün teferruatı ile tanımlar. Öyle ki, onun tasvir ettiği detaylarla bir müstebidi görür görmez tanırsınız.
Zorba, değişik biçimlerde her devirde tezahür eder. Hangi zamanın zehirli meyvesi olursa olsun cehaletten beslenir. En belirgin özelliği, sanki kendinde bir kuvvet varmış gibi hile ve dayatma ile korku ve baskı oluşturmasıdır. Etrafına köle muamelesi yaparak, insaniyetlerini yok eder. Başarı ve iyilikleri kendi defterine yazdırır, hatalar ve kötülükleri başkalarına yükler. Kendini büyütmek için milletin etini yer, mazlumların ve mağdurların omzuna basıp yükselerek bütün âleme sadece kendini göstermek ister. Kuvveti kanunda değil, şahıslarda toplar. Kanunları kendi keyfine tabi kılmak suretiyle hakkı kuvvet karşısında mağlub eder. Bu şartlarda millet hiçbir işini riya karıştırmadan yapamaz hale gelir, zira yağcılığa ve yalancılığa alışmanın en büyük tehlikesi samimiyet ve ihlası terk etmektir. Neticede insan gayret ve emeğinin motoru olan çalışma isteği de söner. Ümitsizlik ruhları işgal eder.
Mâmehuran Hırsızları
Bediüzzaman, kâinatta hayır galip olsa da istibdada karşı mücadelenin dönemsel olmadığının, kıyamete kadar süreceğinin altını çizer. Öyleyse ona karşı herkesin aktif ve sürekli bir mücadelesi olmalı, temel hak ve özgürlükler koruma altına alınmalıdır. Üstad, Kürt aşiretlerine seslenirken, zorbalığa karşı direniş yöntemi olarak Mâmehuran aşiretinin hırsızlarla mücadelesini örnek gösterir:
“Şimdi her biriniz, bazı koyunları bir çobanın idaresine vermişsiniz. Hâlbuki çoban tembel ve muavini kayıtsız, köpekleri değersizdir. Tamamıyla ona itimat etseniz, rahatla evlerinizde yatsanız, bîçare koyunları müstebit kurtlar ve hırsızlar ve belâlar içinde bıraksanız daha mı iyidir? Yoksa her biriniz çobanın yetersizliğini bilmekle gaflet uykusunu terk edip, hanesinden bir kahraman gibi koşsun. Koyunların etrafında halka tutup, bir çobana bedel, bin muhafız olmakla emanete sahip çıksın. Hiçbir kurt ve hırsız koyunlara saldırmaya cesaret etmesin, daha mı iyidir?”
Görünüşe göre Mâmehuran aşireti hırsızlıkla etkili mücadele etmişler. İşi sadece bekçiye veya çobana bırakmamış, rahatlarını terk ederek, müstebit kurtlara ve hırsızlara karşı koyunlarını korumuşlar.
Öykünün devamı şöyle:
İşsiz kalan Mâmehuran hırsızları, bu esnada, çölde Şeyh Ahmed adında bir zatın önünü kesip onun üzerindekileri çalmak istiyorlar. Şeyh Ahmet ise, “Önce bana on dakika müsaade edin ve beni dinleyin, sonra ne yapacaksanız, ne alacaksanız alın,” diyor.
Müsaade alan ve kendisini dinleyen Mâmehuran hırsızlarına, Şeyh Ahmet tesirli ve anlamlı bir nasihatte bulunuyor. Neticede hırsızlar tevbekâr Sûfiler haline geliyor.
Yani baskı ve tahakküme karşı etkin mücadele “ruhları ağlayarak arınmak isteyen” ama bunu için bir bahaneye ihtiyaç duyanların ıslahına da imkân sağlıyor. Hatta zorbalık devam etse de hürriyet ve adalet, sosyal hayatın bazı şube ve sınıflarında hayatiyetini devam ettirebiliyor.
Velhasıl istibdatla mücadele ciddi bir birey olma bilinci gerektiriyor.
Kaçan da Kovalayan da Ne Kadar Güçsüz
Rivayet edilir ki, Halife Mansur minberde hutbe irat ederken burnuna bir sinek konar. Halife, cemaatin huzurunda ellerini hareket ettirmek istemez. Sineği kovmak için başını sallar. Fakat burnundan uçan sinek, bu sefer gözüne konar. Mansur başını salladıkça uçup konmalar devam eder. Sonunda dayanamaz ve elini kullanarak sineği uzaklaştırmak zorunda kalır.
Minberden indiğinde kızgınlıkla Amr b. Ubeyd’e “Allah sineği ne için yaratmış acaba?” diye söylenir. Amr bir medenî cesaret örneği gösterir ve, “Zorbaların burnunu sürtmek için” diye cevap verir. Mansur şaşkınlıkla “Niçin böyle söylüyorsun?” diye sorar. Amr görüşünü bir âyete dayandırır:
“Hatta sinek onlardan bir şey kapsa, onu dahi kurtarıp geri alamazlar. İsteyen de, kendinden bir şey istenilen de, kaçan da kovalayan da ne kadar güçsüz!..” (Hacc, 73)
Rivayet bize Halife Mansur’un Amr’ı haklı bulduğunu söylüyor. Hakikat de öyle. Zira nefis başta olmak üzere tüm zorbalar burnu sürtülesi. Aczini bilmeyene önünde sonunda bildiriyorlar. Karıncanın Firavunu, sineğin Nemrud’u, Hz. Dâvud’un Câlud’u, bir mikrobun bir cebbarı mağlup etmesi, aczin kibir ve tahakküme karşı kaçınılmaz zaferi. Bu yüzden İmam Şâzelî Hazretleri meşhur Hizbü’n Nasr Duası’nda Allah’a şöyle seslenir. “Zorbaların kaba kuvvetleri Senin takdirini asla engelleyemez. Ve ister kral, ister kisra isterse zulme saplanmış başka herhangi bir zorba olsun, o mütemerridlerin helâki kat’iyyen Sana ağır gelmez…”
Biz gaflet uykusunu terk edip, evrensel değerleri korumaya koştuğumuzda ortada müstebid de kalmayacak, “onlardan bir iz” de…
Derviş Yûnus ne güzel görmüş:
“Bir serçe bir kartalı
Salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir
Ben de gördüm tozunu!”
(25 Aralık 2015, Cuma)