Vâizlerden birine, “eşyâ” (şeyler) sözcüğünü niçin Arapça gramer kuralına uygun biçimde tenvinli okumadığı sorulmuş. Adamcağız, sorudan hiçbir şey anlamadığı için bir süre cevap vermeden beklemiş. Düşünüp taşındıktan sonra kendince içinde bulunduğu durumdan kurtulmak adına bir çare bulmuş. Muhatabına dönerek: “Sen bu soruyu sormakla, aslında bir zındık gibi davranmış oluyorsun! Zira Hz. Allah Kuran-ı Kerim’de,

(…) eşyâyı sormayın. (Mâide Suresi, 101) buyuruyor” demiş.

Eşyayı Sormayın

Nicedir etrafımızda olup bitenler hakkında soru sorduğumuzda aldığımız cevap hep aynı: “Eşyayı sormayın!”

Yayın yasakları, uydudan çıkarılan kanallar, medya kuruluşlarına atanan kayyımlar, gazetecilere uygulanan akreditasyonlarla verilen mesaj bu.

“Devletin kalbine yapılan saldırıyı sormayın. Şehitlerden sormayın. Sivil ölümlerini sormayın. Anayasa ve hak ihlallerini sormayın. Kesilen ağaçları sormayın. Hırsızlıkları, yolsuzlukları, rantları, adam kayırmaları sormayın. Söylenen yalanları, atılan iftiraları sormayın… Hatta dün konuştuklarımızı da sormayın, zira bugün taban tabana zıt şeyler söyleme özgürlüğümüzü elimizden almış olursunuz.

Sakın ha soru sormayın, yoksa vatan haini muamelesi görürsünüz. Ne diyorsak ona inanın.

Sorulacaksa soruları biz verelim. Ya da çalıştığımız yerden sorun.

Fazla konuşursanız sizi haysiyet cellatlarının eline teslim ederiz. Daha öteye giderseniz terör bağlantısından içeri tıkarız da, hakkınızda bir iddianame hazırlanıp mahkemeye çıkmak için bile on sekiz ay beklersiniz.

Konuşmaya izni olanlar paralelden konuşun. Büyük Türkiye’den bahsedin. Ortadoğu’da oyun kurucu olduğumuzu, Rusya’yı ve Amerika’yı dize getirdiğimizi, başkanlık sistemine geçersek refah seviyemizin kat be kat artacağını anlatın kürsülerden. Ulu’l-emr olduğumuz için bize itaat etmenin farz olduğuna, ilahi işaretlerle tasdik edildiğimize, tanrının yeryüzündeki gölgesi olduğumuza inandırın insanları. Merak etmeyin her yaptığımıza fetva verecek din adamlarımız, eylemlerimize meşruiyet zemini oluşturmakla görevli menfaat ortaklarımız var. Kimse bizden hesap soramaz!.. Herkese haddini bildiririz. İmanın şartını da yediye çıkarmadık mı nasıl olsa!..”

Susanlar Zalimlerle Aynı Milletten

Peki ya konuşma yeteneği (nutuk) insana sormak, hakikati araştırmak için verilmiş değil midir? Melekler bile hikmetini öğrenmek için Cenab-ı Hakk’a “Yeryüzünde kan dökecek, fesat çıkaracak birisini mi yaratacaksın” diye soruyor da muktedirlerin hikmetinden niçin sual olunmuyor? Bu kitleler hakperestliklerini bırakıp zulme ses etmez hale gelmek için kaç aşamadan geçirildi? Sinirleri ne zaman alındı? Vicdanları hangi noktada kör ve sağır edildi?

Fakat ne yazık ki uyudukları ölüm uykusundan uyanmadıkları sürece, susanlar zalimlerle aynı milletten. “His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?” diye feryad eden Akif’e kulak vermeli. His, hareket ve acı hayatın belirtileri. Hiç “düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar” masum kalabilir mi? Kelamı hikmet olmayanların susuşu nasıl sabır olsun?

Bu susuş bir cevap değil. İçten bir yakarış değil. Derinden bir duyuş değil. Vaktini bekleyiş değil. Edepten, erdemden değil.

Bu susma ödeyecek diyet borcu olanların, kaybetmekten korkanların, göze alamayanların, önüne darı atılmışların, efsunlanmışların susması.

Bu susma dilin değil, kalbin susması.

Bu susma, esfel-i safilîn susması. Dilsiz şeytan susması.

Bu susma, Kûfe Halkının Hz. Hüseyin’e ihanetlerinin susması.

Toplumsal bir çürümenin habercisi.

Mevlevi geleneğinde ölenlere “susanlar” anlamında hamûşan denilir. Argoda da birisini öldürmenin karşılığı susturmaktır. Bu suskunluk ölüm suskunluğu.

Tadı nasıldır bilmiyorum, ama meyvesinin çok acı olacağı aşikar.

Susmak Aktif Bir Kötülüktür

Bediüzzaman kötülük meselesi üzerinde düşünürken iyiliği terk etmeyi de kötülük kategorisine dahil eder. Yani kötülük, terklerden neşet etse de aktif bir eylemdir, zira tahribata sebebiyet verir. İyiliği yok eden kötülüğe alan açmış olur. Bu bağlamda hakikatin söylenmesi gerektiği yerde susmak da “aktif” bir kötülüktür. O yüzden Hazreti Üstad haksızlığa karşı sükût etmeyi “Hakk’a karşı bir hürmetsizlik” olarak tanımlar.

Şehrin en uzak ucundan koşarak gelip, “Kendileri hidayette olan ve sizden de hiçbir ücret istemeyen bu insanlara uyun..” (Yâsîn Suresi, 21) diyen Habib-i Neccar, ölümü göze almasaydı biz onun varlığını nereden bilecektik? Dahası var olabilecek miydi?

Abdullah bin Zübeyr bin Avvam,  Haccac tarafından şehit edilince, Esma validemiz o zalimin yakasına yapışarak “Sen onun dünyasını mahvettin; fakat, o da senin âhiretini mahvetti.” demeseydi Haccac’ın zulmü karşısında boynumuz hep bükük kalmayacak mıydı?

Bediüzzaman Divan-ı Harb-i Örfî’de idamla yargılanıp hakkında takipsizlik kararı verildikten sonra Beyazıt’tan Sultanahmet’e kadar, arkasında kalabalık bir halk kitlesi mevcut olduğu halde, ‘Zalimler için yaşasın cehennem! Zalimler için yaşasın cehennem!’ nidalarıyla” ilerlememiş olsaydı onurlu bir duruşun izlerini nasıl takip edecektik?

Tarihten bu örnekleri silip atın, geride yine Akif’in ifadesiyle “Tegallüpler, esaretler, tahakkümler, mezelletler/ Riyâlar, türlü iğrenç iptilâlar, türlü illetler” kalır.

Emin olun, bugünkü haramilikler karşısında susmayanları da tarih aynı takdirle yazacak, gelecek nesiller aynı minnetle yâd edecek.

Bin esef müminlere zulmederek ahiretini berbad eden ve zulme seyirci kalarak isimlerini Kûfe halkı ile yan yana yazdıranlara…

(26 Şubat 2016, Cuma)

SUSANLAR İÇİN AĞIT” için bir yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s