Bediüzzaman’a göre ibadetin manası, kulun kusurunu, acz ve fakrini dergâh-ı İlâhî’de ilan etmesi, o dergâha eriştiğinin alameti ise hakiki şükrün en önemli esası olan “hemcinslerine şefkat”le geri dönmesidir.
Bu önermeye göre kusurunu görmeyen, acz ve fakrini bilmeyen ve hemcinslerine şefkat göstermeyenin şükrü hakiki şükür, ibadeti de hakiki ibadet değildir.
“Nice namaz kılanlar var ki, onların namazdan nasibi, yorgunluk ve zahmetten başka bir şey değildir.” der Efendimiz, bir Hadis-i Şeriflerinde. (Nesei, Ebu Hûreyre)
Şekli ve suri ameli ile Cennet’i garantilediğini düşünen, üstüne bir de Cennete kimin gireceğine karar verme mevkiinde imiş gibi duran gafilleri kuvvetle ihtar eden bu Hadis-i Şerif, “Namaz kılan küçük ya da büyük Firavunlar, Nemrutlar yok mudur?” sorusuna da cevap veriyor.
Zulmün Cisme Bürünmüş Hali: Haccac-ı Zâlim
Bir zalim prototipi, seksen bin insanın katili olduğu söylenen Emevî Valisi Haccac hayatı boyunca namazı hiç bırakmamıştı mesela.
Tarihçiler onun Kur’an’a çok hürmet ettiğini, hâfızları toplayarak Kur’an’ın harfleri ve harekelenmesi ile ilgili çeşitli çalışmalar yaptırdığını, kendisinin de her gece Kur’an okuduğunu söylüyor.
Ama Kur’an’a hizmeti de okuduğu ayetler de, meşhur muhaddis ve müfessir Saîd b. Cübeyr, Hz. Ömer’in fâkih ve muhaddis oğlu Abdullah dâhil binlerce kişiyi öldürten bir “cebbar ve kan dökücü” olmasına mani olmadı.
Sıkı bir milliyetçiydi. Emevî saltanatını destekleyenlerle hiçbir sorunu yoktu. Muhtemelen yandaşlarından çok da dua alıyordu. Emevî ekonomisinin istikrara kavuşmasını sağlamış, kanallar açtırmış, bataklıkları kurutmuş, tarımda üretimi arttırmış, köylerden şehirlere göçü önlemiş, posta teşkilatına bile çeki düzen vermişti.
Fakat muhalif binlerce mağdur ve mazlumu zindanlarda tutuyor, işkence ediyordu. Kendisine biat etmeyenlere dinden çıkmış muamelesi yapıyor, Mevali’den (Arap olmayan Müslümanlardan) haraç ve cizye alıyordu.
Ehl-i Beyt’in amansız düşmanıydı; çünkü onları Emevi saltanatı için tehdit olarak görüyordu. Hz. Ali soyundan olan hanımını sırf Abdülmelik b. Mervân öyle istediği için boşamıştı.
Irak’a vali tayin edildikten sonra okuduğu hutbe Arap edebiyatının örnek metinleri arasında sayılacak kadar iyi bir hatipti. Fakat İbn Ömer’in korkusuzca yüzüne söylediği şekliyle “Din Allah için olsun diye değil, Allah’tan başkaları için olsun diye fitne çıkarıyor, kavga veriyordu.”
Bütün gücünü Emevî saltanatının ayakta kalması için harcadı, ama Emevi Saltanatı onu ayakta tutamadı. Kendi ölümünü isteyecek kadar büyük ruhî sıkıntılara mâruz kaldı. Uykunun gözlerine haram kılındığı Haccac, 54 yaşında dayanılmaz anguazlar içinde öldü. Mezarı tahrip edilmesin diye götürülüp ücra bir çukura gömüldü.
İnsanlık tarihinin hunhar ve gaddarları çoktu. Ama Müslüman görünümlü bir hunhar ve gaddar olduğu için “zalim” sıfatı ona layık görüldü.
Kalbi ve Ruhi Hayat Olmadan
Zalim Haccac’ın murdar bedeni dünyadan yıkılıp gidince neler oldu biliyor musunuz? Hasan-ı Basrî Hazretleri, “Allah’ım, onu ortadan kaldırdığın gibi sünnetini de kaldır” diye dua etti. Ömer b. Abdülazîz Hazretleri şükür secdesine kapandı. İbrâhim en-Nehaî Hazretleri sevincinden ağladı.
Haccac’a olan şahsi düşmanlıklarından değil, zulümle aralarını mağriple maşrığın arasının ayrıldığı gibi ayırmış olmalarından. “Devlet”e ihanetlerinden değil, hakka riayetlerinden. “Zalimler için yaşasın Cehennem” demeden Müslüman toplumların iflah olmayacağına inanmış olmalarından…
Onlar suri ibadetlere pirim vermiyor, İslam’ı şekle indirgemiyorlardı. Allah’ın dilerse recül-i facirle dini teyid edeceğine inanıyorlardı. Namaz kılıyor, oruç tutuyor diye yalancının cürmünü ört bas etmiyor, “çalışıyor” diye çalana göz yummuyorlardı.
Arap milliyetçiliği gözlerini bürümemişti. Abdullah İbn Ömer, Said bin Cübeyr Abdullah bin Zübeyr gibi yüce kametler Haccac’ın eliyle can veriyor, Ulü’l Emr’e itaat başlığı altında Firavun ve Karun’lara boyun eğmiyorlardı. Sıranın kendilerine geleceğinden korkmadan zulmü lanetliyor, ümitsizliği düşmeden yeryüzünde iyiliği çoğaltmaya çalışıyorlardı.
Allah Selef-i Salihin’den razı olsun, bedel ödediler, ama dini kendi safiyet ve duruluğu ile bize ulaştırdılar. Yoksa biz de hafizanallah, iftira atınca da Müslüman olunuyor, haram yiyince de Müslüman olunuyor, iyilikten başka bir şey görmediğin komşunu ihbar edince de Müslüman olunuyor zannedecektik. Zulme seyirci kalmayı, seyredip alkışlamayı “siz de hak ettiniz ama” deyip kendi vicdanlarımıza zift dökmeyi mazur görecektik. Kardeşine kardeşim, dostuna dostum diyemeyenlerden, nice acı kahvenin kırk yıllık hatırını heba eden, kendi geçmişlerini yalan sayanlardan, hatırlamak istemediklerini kayıtlardan silerek “ak”lananlardan olacaktık.
Derinlik olmadan, kalbî ve ruhî hayat olmadan da insan olunabileceğini, Ehl-i Beytin çektiklerine kör kalarak yaşanabileceğini vehmedecektik.
Oysa ibretle tecrübe edildiği üzere ahlakın ve adaletin olmadığı bir din algısı Müslümanlığı münafıklık derekesine indirmekten başka bir şey değil.
İnsanı zulümden alıkoymayan, kalbini merhametle doldurmayan amel, amel değil.
“Ben aciz bir kulum, Sen de benim Rabb-i Rahimimsin” idrakine ulaşmadan Müslüman Müslüman değil.
Allah razı olsun.Çok güzel
BeğenBeğen
Gerçek bir İslam entellektüeli, bilgi donanımı, samimiyeti, hal ve kal bütünlüğünü gerektirir.. Allah razı olsun, Emine hanım bu vasıflara sahiptir diye düşünüyorum.. Rabb’im daim etsin, çok güzel bir yazı olmuş..
BeğenBeğen
Allah razı olsun cok guzel ifade etmişsiniz
BeğenBeğen
Allah razı olsun Emine hanım
BeğenBeğen
Yıllardır isimleri belli mahvillerden halka inmeyen nice tarihi şahsiyetler ve tarih sayfalarında bıraktıkları izler bugün yaşanılan benzer acılar sayesinde mitolojik hikayelerden çıkıp yaşanılan sorunlara aranılan cevapların birer parçaları olmaya başladılar. Halbuki yaşanılacak sorunlar ve makul çözümler tarihin sayfalarında defalarca yazılmış ve Kuran-ı Kerimde de bu yaklaşım defalarca yer almıştı. Firavunların sadece İlahi mesajlara karşı duyarsız kalacaklarını değil, onu anlatanlarada savaş açacağını ve umutların tükenme noktasına kadar o mazlum hak sevdalılarının Firavunların arkalarına aldıkları halk desteği ve askerleri ile görüldükleri yerde kanlarının dökülmesi için kovalacaklarını hatırlattı bize 1400 yıldır. Bize İslamın bir kainat kadar ağır olduğunu, yalnız bu kainat içinde yaşamın barındığını ve nice güzelliklerin olduğunu söylüyordu belki. Alınan yük hafif değildi ama onu taşıyan kalplerde zayıf olmayacaktı.
Haccac-ı Zalimin bende hatırlattığı kavramlardan bazıları bugün mazlumlar üzerine nefret ile durmadan giden insanların karakterleri oldu. Evet, bu insanların bazıları akılsız vicdanlar iken diğerleri ise vicdancız akıllar olarak çıkıyordu karşımıza. Ne yazık ki ülkeyi yönetenler vicdansız akıllar iken, onlara inanan akılsız vicdanlar ise sorunun kemmiyet olarak en büyük tarafını oluşturan yığınlardı. Vicdan tabanlı hiç bir değere uğramadan kullandıklarını akıllarını, akılllarını kullanma gereksinimi hissetmeyen nice vicdanlı insanları yönetmek ve düşman gördüklerine karşı güdümlemek için kullananlar tarihin çoğuları tarafından hatırlanmak istenilmeyecek, sadece akademisyenler tarafından birer ibret vesilesi olarak anlatılacak sayfalarına yazdırıyorlar kendilerini ve yaşanılan bu zülümleri. Bir vasıta ile duydukları yada öğrendikleri haberleri, değerleri, ve kavramları hiç bir akli kritiğe tabi tutmadan kabul eden ve bunları his dünyalarında ki kaynamalarına sebep kılanları tarih en az vicdansız akıllar olan siyasiler ve aydın diye halka sundukları yazar ve akademisyenler kadar unutmayacak ve rahmetle hatırlamayacaktır.
İlk girişi Hz. Üstadın ibadetler hakkında yapmış olduğu açıklama ile başlamanızdan dolayı teşekkür ediyorum. Ediyorum çünkü, dinini bu süreçte öğrenen benim gibi insanlar için bir ayılma ve farkındalık vesilesi oluyor anlamını kaybetmiş kavramların kendi özlerine döndürülmesi. Yıllardır kaybolan dini anlamlar, özü itibari ile makes bulamadığı insanların zülümleri ve haddi aşmaları ile kendi özlerine dönmek istediklerini hatırlattılar nicelerine. İslam indiği anların saflığına kavuşmayı arzuluyor sanki. İlk indiği insanların anlayışlarını arıyor. Kendisini kendi pis amaçları uğrunda kullananların elinde kılıç olup Allah’ın verdiği insanlık nimetlerinden akıl ve vicdan gibi özellikleri kullanmayanların kafasına iniyor ve hem ahiretlerini hemde dünyalarını yok ediyor. Dolayısıyla kendini sadece temiz olanların, temiz olmak için gözyaşlarını kullananların taşıyabileceğini hatırlatıyor nicelerine. Vicdan ve akıl sahiplerinin kalplerine kurduğu otağından kainata sesleniyor ve mazlumların İlahi sesi oluyor, konuşuyor semaların sakinleriyle, ve anlatıyor dillerin seslendiremediği nice acıları, arzulanan umutları ve Rahmetin kapısını çalanların gecelerini kapanan nice gözlerin inadına akıttları gözyaşlarını.
İnsanlar unutuyorlar. Dolayısıyla bu yazıda paylaştığınız bilgiler insanlara tarihin hatırlatılması ve gerekli gerilim ve şuurun oluşturulması sayesinde aynı acıların yeniden yaşanmaması için gerekli. Bir gün bu günün acıları içinde hakkı tutup kaldıranlar ve ilmin ışığında vicdanın hala ölmediğini gösterenler gelecek tarafından isimsiz kahramalar olarak duaların birer manzumesi olacak ve belkide cennet ile müjdelenmişlerin kardeşlerimiz bizleri unutmadı, unutturmayan Allah’a hamd olsun seviçlerine karışacaklar…
BeğenBeğen
Yayinlandigi yil okumustum. Bugün yine okudum. Hic eskimeyen Emine Eroglu yazilarindan bir yazi. Allah razi olsun. Cok istifade ediyoruz.
BeğenBeğen